BİZ HEYBELİ’DE MEHTABA ÇIKARDIK
Bugün günlerden Heybeli Ada.
Bugün benim için bir bambaşka duygu var bu gezide.
Belki de bebekliğimi, ilk adımlarımı hatırlayan taşları bu kez ben hatırlayacak mıyım diye duyduğum endişe içimdeki.
Bir ay evvelinden karar verdiğimiz tarihi, havanın yağmurlu olma olasılığına karşın yine de değiştirmiyoruz. Şeker değiliz ya, erimeyiz dedik. Oysa muhteşem güzel bir hava, bize tüm gün boyunca eşlik etmeye yemin etmişti sanki.
BTS grubunun gezgin hanımları yolcu motorlarına binip vira dediler sabah erkenden.
İskelede bir çay bahçesinde kahvaltı edildi. Hatırlamadan ve de düşünmeden geçemeyeceğim, eski Rum fırını maalesef yok artık. Keşke olsaydı. Keşke oradan o küçüklüğümde en sevdiğim olan örgü bisküvilerden alıp koca bir bardak süte batırarak yediğim gibi yiyebilseydim.
Bugün enerjiye ihtiyaç var. Birer çikolatayla depoları doldurup kahve keyfimizi yaparken, nerelere gideceğimizi konuştuk, rota belirledik.
Doğma büyüme adalıyız dedik ama yine de yardıma ihtiyaç var. Abimin de çocukluk arkadaşı olan, şu an Heybeli Ada Muhtarı sayın Hüseyin Yay’ı daha önceden arayıp gezmek istediğimiz yerlerin güncel durumlarını sormuştuk. Sağ olsun kendisi bizleri iskelede karşıladı, gideceğimiz destinasyonlarda giriş izni gereken yerleri de aramış. Bu arada eski Papatya Cafe şu an Halki Restoran. Sahipleri tabii ki de tanıdık 🤗🤗. Bize ruhban okuluna gittiğimizde oranın kütüphanesini görmemiz için sıkı sıkıya tembihte bulundular.
Biz hanımlar hazırız.
Sırt çantalarımız, içinde su, yedek tişört, ayaklarda en iyi dostumuz lastik ayakkabılarımız.
Önce Rum Kilisesi yolumuzun üstünde. Küçüklüğümde benim için hep bir gizem taşıyan yapı. Kapısı açık. Ancak kapının üzerindeki “burası ibadet yeridir, müze değil” yazısı bize içeriyi göremeyeceğimizi anlatıyor ki bunun bilgisini daha önce almıştık. Saygı duyduk. Sadece ilk kapıdan girip biraz merak giderdik.
Kilisenin tam arkasında koca bir U çizen sokak. Bir yokuşun ortalarına çıkıyor. Yukarı gidersen itfaiye, aşağı gidersen (bir zamanlar Ada’nın üç açık sinemasından biri olan) Yeni Sineması’nı kaçak izlemek için abimin peşinden tırmandığım bir yapı; daha aşağıda yine iskele, bir zamanlar Parlak Mehmet’in kahvesi. Karşısında Park Restoran. Merhum Necati Bey’in oğulları işletiyor halen. Gözlerimi kapatsam sanki orada annem, babam ve abimle yemek yiyorum. Şef Mösyö Todori olanca güleç yüzüyle yanımıza geliyor. Anılar, anılar…
Kiliseden az ilerleyince çok eskiden eşeklerin müşteri beklediği yerde şu an kiralık bisikletler var.
Tam karşısında eski fırın var(dı), şu an nalbur olmuş. Hemen nostalji. Arkadaşlarımızla fırına pişmesi için götürdüğümüz tepsileri konuşuyoruz. Hatırladıklarımızdan; tepside pişecek kekin üzerine isim yazılı etiketler koyduklarıydı.
Ve ben o etiketi çıkartırken illa ki yapışmış olan kek parçalarını yiyeceğim diye bütün kağıdı yerdim :)))).
Eski fırının yan sokağından içeri girdik. Etrafımızda gördüğümüz evlerde kimler otururdu, konuşmadan geçilemez ki !…
Az ilerde, tam meydanda bir kuyu var. Üzerindeki tarih geçmiş yüzyılın başlarını işaret ediyor. Sakin ve bahar kokan bir ada var bugün. Çarşamba günleri pazar kuruluyor. Ada halkı çekçeklerini doldurmuş evlerinin yolunda. Sinagogun sokağına girdik. Bahçesinde koşturduğum, Cuma akşamları cici giyinip gittiğim sinagog. Henüz sezon açılmadığı için içeri giremedik. Eğer girebilseydik eminim, ayaklarımın ezberlediği bahçenin hemen arkasına doğru gider, hanımlar için yapılmış üst kata çıkan merdivenleri tırmanır, ağaçlardaki meyveleri koparıp ağzımıza atardık.
Yine evler, evler. Belki bir zamanlar oralarda yaşamamış olsak bugün bizim için bir şey ifade etmeyecek yapılar. Yolun bitiminden sola döndük. Ana cadde Refah Şehitleri. Büyüdüğüm evin önünde resim çekmeden olmaz. Biraz büyümüş olabiliriz, kararı siz verin :))
Biraz ilerimizde rahmetli İnönü’nün evi var. Şu an müze. Gezmek için içeri girdiğimizde görevli hanım tüm bilgilerini bizlerle paylaştı. Tarih kokan her ayrıntı çok lezzetli geldi bize, bilen biri tarafından anlatılınca. Tadilata girecekmiş yapı. Kimbilir ne zaman gezilebilir tekrar.
Yola devam. İstikamet Ruhban Okulu nam-ı diğer Papaz Mektebi. İnönü’nün evinden ana cadde yönünde tur istikametine doğru biraz yukarı ve sağa giren ilk sokak Yeni Yol’a çıkıyor.
Eskiden İstanbul Spor olarak adlandırılan bölge. Papaz Mektebine epeyce bir yol var hafifçe yokuş. Ama içeri girdiğimizde gördüklerimize gerçekten değdi. Gerçi kütüphaneyi göremedik ama sınıflar ve kara tahtalar eğitimin ne kadar zorlu olduğunu anlattı bizlere.
Hele arka bahçedeki manzara ve doğa bizler için tam bir şölendi.
Oradan çıkıp tekrar geldiğimiz yoldan ana caddeye çıktık. İstikamet Halki Palas. En son dolaştığımda çok şık ve nezih olan otel, Ada’nın en eski yapılarından. Ancak şu an yine kapalı. Rotamız bu kez Terk-i Dünya Manastırı’nı gösteriyor. Paytonlar oraya varışımız için tek vasıta. Bu arada yol üzerinde bir zamanların en meşhur müzik gruplarından biri olan Beyaz Kelebekler’i seyrettiğim Ethem Gazinosu’nu aradı gözlerim. Tabii ki heyhat.
Askeriyeyi (şu an 30 Ağustos’taki Bahriyelilerin tören yürüyüşü geldi aklıma) solumuzda bırakıp geçerken Kablo sağımızda kaldı. Kablo şu an plaj (pardon beach demeliydim). Bir zamanlar girilebilen ıssız yer, askeri plajın hemen yanı. Faytonda bir an gözümü kapattım. Pembe battaniyemle annemin kucağındayım, ağzımda emzik. Mehtap var, büyük tur yolunda ilerleyen faytonlar, söylenen şarkılar, her aileye bir fayton. Uyumuşum, emziğim düşmüş. Keşke uyumasaydım, daha çok hatırlardım belki.
Terk-i Dünya gerçekten doğa üstü manzarasıyla adını hak etmiş. İçilen yorgunluk kahveleri ve denizde oynayan, yüzen yunusları gördüğümüzde iyi ki buraya kadar gelmişiz dedirtti bize.
Tekrar faytonlara binip iskeleye döndük. En sevdiğim Zafer sineması yokuşu sağımızda bu kez. İskelede Top sahasının devamında yine bir zamanların sinemalarından Ayyıldız, Panaroma Oteli boynu bükük, aynı yerinde terkedilmiş duruyorlar.
Çok eski Heybeli Ada sineması; gündüzleri plaj, geceleri sinema idi. Sodom ve Gemora’nın yıkılışını, daha da önemlisi Hz Lot’un karısı Ruth’un arkasına baktığı için tuza dönüştüğünü izlediğim film dün gibi aklımda. Küçük tur başında Liman ve mendirek var; denize girip çıkmak için genelde hep ürktüğüm bir yer. Önü açık deniz .
Küçük tura yürüyerek devam etmek isterseniz, artık ayak bastı parası var bilginize. Eski plaj, Asaf, Su sporları Kulübü, Değirmen, Çam Limanı uğramak isteyip de vaktimizin yetmediği yerler.
Son olarak da Halki Restoran’da yediğimiz leziz yemekler güzel bir günün sonuna imzasını koydu.
Nostalji ve Heybeli; güzel bir ikili oldunuz bugün bize. Anılar aklımızdan hiç gitmesin dilerim. Heybeli, sen de güzel insanların ve güzel doğa’nla hep var ol 😍
Supersin.artik kitaba hazirlik zamani geldi derim….
Sende varol Vivetcim ki bize bu yazilari yazasin
Eline emegine saglik harika anlatmissin
Gormiyenler cok guzel bilgi edinebilirler devam et😍😍
Sevgili Vivet Ellerine yüreğine sağlık , çok güzel fotoğraflarla bezeli çok hoş ., tadımlık bir yazı olmuş . Ayrıca o günü bir rehber edasında bizlere tüm güzelliğiyle yaşattığın için çok teşekkürler.
Süper bir ada gezisi yapmışınız güzelde bilgiler verdin vivetçiğim daha nice güzel gezileriniz olsun inşallah👍👍👍
Oooh ne iyi yaptık da bu geziyi tertipledik. Çok güzel gezdik. Çok eğlendik. Teşekkürler Vivet hatıralarımızdan silinmemesi için bunu kaleme aldın. Daha nicelerine. Teşekkürler BTS.
Vivetçim ,Heybeliada’ya şimdiye kadar gitmek nasip olmadı ama inan bir solukta okuduğum yazınla oraları avucumun içi gibi biliyorum sanki.Çocukluğuna,eskilere götürdüğün bölümler başlıbaşına nostalji ,duygulanmamak elde değil. Kalemine sağlık,yeni yazılarını sabırsızlıkla bekliyoruz
Yine harikayız
Yine harikasınnn
Ne güzel gezmişiz
Her zamana nasip olsun👏👏👏
Çok keyifli bir yazı olmuş.Her zamanki gibi yüreğinin güzelliği yazına da yansımış.Heyecanla yazılarının devamını bekliyoruz.
Vivetçiğim ne güzel yazdın anılar, anılar, anılar……….
iyi ki gezmişiz oraları çocukluk yıllarımızı hatırladık…….
Keyifli ve duygulu bir gezi oldu. Daha nicelerine keyifle inşallah……..
Comments are closed.