İZNİK KÜLTÜR GEZİSİ
“NİCEA”
İstanbul’a 210 km. uzaklıktaki, hani deyim yerindeyse, burnumuzun dibindeki, Bursa’nın buram buram tarih kokan ilçesi İznik’e uzun zamandır gitmeyi planlıyor, ama bir türlü iyi bir fırsatını yakalayamıyordum. Bir hafta sonu tatili, bu gezi için iyi bir vesile oldu. İstanbul’dan sabah saat tam 09.00’ta minibüsümüze atladık ve ezelden beri birlikte seyahat eden 12 kişilik ekibimizle yola koyulduk. Eski Hisar’dan arabalı vapurla Topçulara geçmek yerine, kaptanımızın önerisiyle karadan körfezi dolaşarak ve sonbaharın doğaya kazandırdığı renk cümbüşünü izleyerek yaklaşık üç saatte İznik’e vardık. Her geziden önce biraz araştırma yapmayı severim, bu kez de İznik’in tarihi mekanları, gezilecek, yemek yenilecek ve kalınacak yerleri hakkında gerekli bilgileri edinmiştim. Şimdi sıra bunları görmeye gelmişti.
İznik, hayali bir haç –ya da bir artı- şeklinde inşa edilmiş bir şehir. Kente, toplam 4.970 metrelik surlardan, İstanbul Kapısı, Lefke Kapısı, Göl Kapısı ve Yenişehir Kapısı adı verilen dört ayrı noktadan giriliyor. Biz İstanbul kapısı denilen antik surlardan giriş yaptık ve öncelikle Belediye Binasının yanındaki Turizm Ofisine gittik. Ne yazık ki kapalıydı! Neyse ki hemen yanında, Zabıta Ofisindeki görevli memur bize bir harita verip, gezilecek yerleri tarif ederek yardımcı olmaya çalıştı.
İsterseniz İznik turumuza kısa bir tarihi bilgiyle başlayalım. İznik, M.Ö. 316’da Makedonya Kralı Büyük İskender’in komutanlarından Antigonius Monophthalmos tarafından kurulmuştur. Zaman içinde Bithynia Krallığı, Roma İmparatorluğu, Gotlar, Bizanslılar ve Selçuklular buraya yerleşmişler, hatta şehri başkent yapmışlardır. 1331 yılında Osmanlı İmparatorluğunun ikinci padişahı Orhan Gazi tarafından fethedilen şehir Türklerin idaresine girmiştir. Çevredeki tarihi binalar, surlar, cami, kilise ve imaretler, medrese ve türbeler, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait. Yani üç ayrı dönemin eser ve kalıntılarını bir arada görme fırsatı bulduk.
Öncelikle şehrin ana caddelerinden biri olan Kılıç Aslan Caddesi’nden ve çarşının içinden geçip, temel maddesi kuvars olan ve ünü tüm dünyaya yayılmış İznik çinilerinin yapıldığı, sergilendiği ve satıldığı Süleyman Paşa Medresesi’ne yöneldik. Dıştan görüntüsü çok şirin olan medresenin içi de temizliği ve bakımıyla sıcacık bir karşılama sunuyor insana. Duvar tabağından, çay bardağı altlığına, kolyeden, bibloya, çiniden yapılmış yüzlerce objeyi satan hediyelik eşya dükkanlarında çalışanların yakın ilgisi de hepimizi mutlu etti. Burası “El Sanatları Çarşısı” olarak biliniyor… Buradaki çini ustalarının her biri, gönüllü birer turizm elçisi gibi yerli ya da yabancı turisti gerek çinicilik gerekse İznik hakkında bilgilendiriyorlar. Ancak ilgisizlikten yakınıyorlar. Birkaç meraklı yerli turist dışında pek fazla turistin gelmediğini dile getiriyorlar. Hepimiz hatıra amaçlı birkaç parça alarak oradan ayrıldık.
Sırada, 1378-1392 yılları arasında Çandarlı Halil Hayrettin Paşa tarafından, dönemin Osmanlı mimarı Hacı Musa’ya yaptırılan ve adını “zikzak mozaik” tekniğiyle bezenmiş mavi ve yeşil çinili minaresinden alan, gerek bahçesi, gerekse girişi ve iç sütunları ilk bakışta göze çarpan Yeşil Cami vardı. Caminin fotoğraflarını çektikten sonra hemen karşısında bulunan, 1388’de I. Murat tarafından, annesi Nilüfer Hatun anısına yaptırılan ve günümüzde İznik Müzesi adı altında faaliyet gösteren Nilüfer Hatun İmareti’ni gezdik.
Burada M.Ö.2000 yılından kalma testi biçimindeki mezarları, Roma döneminden kalma Lahitleri, gümüş sikkeleri, İznik civarından çıkarılan arkeolojik buluntuları görmek mümkün. Müzenin bahçesinde ise Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden kalma mezar taşları, vaftiz havuzları ve yazıtlar bulunmakta. Gezmekten ve görmekten çok keyif aldığımız bu müzeden çıkarken hafif hafif yağmur çiseliyordu. Ama turdakiler de benimle aynı keyfi yaşıyor olmalıydılar ki, hiçbiri ıslanmaktan şikayetçi değildi.
Birden aklımıza, Bursa’nın bir başka ilçesi, zeytini ile ünlü Gemlik’e çok yakın olduğumuz geldi. Gemlik’e yalnızca 20 km. uzaklıkta olduğumuza göre burada zeytin ve mamullerinin satılması çok doğaldı. Alışverişe meraklı klasik turistler gibi bol bol zeytin ve zeytinyağı satın aldık. Çarşıda gördüğümüz kadarıyla halk ve esnaf turiste pek alışık değil, ancak ilgili ve cana yakınlar. Değerlerinin bilinmemesinin burukluğu var içlerinde.
Yemek molası verme zamanı gelmişti. Aslında öğleni çoktan geçmiştik ama kısa zamanda çok yer görme telaşıyla yemek yemeyi bile unutmuştuk. Merkeze on dakika mesafedeki göl kenarına doğru yola çıktık. Göl manzarasına karşı, taze avlanmış tatlı su balığıyla rakı keyfi yapma hayalini henüz yoldayken kurmaya başlamıştık. Sazan, Yayın ve Alabalık’ı ile ünlü İznik Gölü çevresinde yürüyüş yapanlar vardı. İlkbahardan itibaren yaz boyunca, buralarda piknik ve kamping yapanlar, hatta sörf ve yelkenle açılanlar bile oluyormuş. Göl kıyısında çok sayıda balık lokantası olmasına rağmen, fazla zaman harcamak istemediğimizden dolayı Çamlık Otel Restoran’ı seçtik.
Arkadaşlar yemek salonuna yerleşirken ben de oteli gezip oda fiyatları hakkında bilgi topladım. Bir gün yatılı gelmeye kalkarsak önceden fikrimiz olsun diye… Ne otelin, ne de lokantasının fiyatları pek ucuz sayılmaz. Pahalı da değil, ancak bana sanki biraz turistikmiş gibi geldi. Domates, biber ve defneyaprağıyla mangalda pişirilmiş yayın şişi çok lezzetliydi. Şayet yolunuz oralara düşerse –ki bana sorarsanız imkanlarınızı zorlayıp gidin derim- mutlaka tadın.
Saat dört buçuğa geliyordu. İstanbul’a dönmeden görülmesi gereken birkaç yer kalmıştı. Hiç olmazsa merkezin girişinde hemen göze çarpan Ayasofya’yı ziyaret edelim dedik. Tahmin edebileceğiniz üzere, vardığımızda cami kapalıydı. Esnaf, belediyeye haber verirsek kapısını açtırabileceğimizi söyledi. Yine Zabıta Ofisine gidip ricada bulunduk. Hava yavaş yavaş kararmaya başlarken, sarı ışıklarla aydınlatılmış Ayasofya çok hoş gözüküyordu. M.S. IV. Yüzyılda Romalılar tarafından inşa edilen bina, yıllar sonra Bizanslılar tarafından yenilenmiş, hatta M.S. 787 yılında VII. Ekümenik Konsil bu binada toplanmış. Yapı, 1331 yılında Orhan Gazi tarafından camiye dönüştürülmüş ve Kanuni zamanında, Mimar Sinan tarafından restore edilmiştir. Şu an çatısı açık, yalnızca yan duvarları ile odaları sağlam ama gerçek bir tarih abidesi, insanın karşısında dimdik duruyor. İyi ki şansımızı deneyip açtırmışız. Bol bol fotoğraf çektik ve ilgili memura teşekkür edip oradan ayrıldık. Böylelikle kısacık ama dopdolu geçen gezimiz sona ermiş oldu.
İznik’ten ayrılırken, yıllar sonra da olsa Bursa nın bu güzel ilçesini ziyaret etmiş olmanın mutluluğunu ve huzurunu yaşıyorduk.
Bir Tutkudur Seyahat…
Eline kalemine sağlık ,Bu Güzel İlçe’yi çok güzel anlattın. Herkese tavsiye edilir. Yakın ve bir o kadar da cici bir yer.
Çiniler muhteşem. Kaplumbağ terbiyecisi tablosunu Büyük bir çini tabağa yapmışlar. Muhteşemdi. Tabi ki dayanamayıp satın aldım. Hala evde asılı durur.
Ayrıca , otobüs gezimizde çok keyifliydi.
Nice coğrafyalarda gezmek üzere……………..
Bu geziyi ne zaman yaptın bilmiyorum. Tesadüf gecen hafta bir gezi programında İznijli esnaf kan ağlıyordu. Turistik görülecek yerlerin arkeolojik bulguları yakından görmenin mümkün olmamasından dolayı gelenlerin memnun kalmadığı bu yüzden esnafın yüzünün gülmedğinden bahsediyorlar. Halbuki görülecek yerler ziyarete açık olsa gelenler tüm gününü burada geçirir diyorlardı. Gelenleri 1-2 saat bile ilçede tıtaöadıklarından yakınıyorlardı. Maalesef
Süper, klavyene sağlık, çok beğendim. En çok da kapalı olan Ayasofya’yı açtırmanız çok hoşuma gitti. Böyle yerleri her an gezebilme lüksü her zaman nasip olmaz. “İste ki versin” bu olmalı. Bir sonrakine size kanca takıp gezmeyi planladım şu an 🙏☺️👏👏
Kalemine sağlık Dostum cok guzel anlattin.
Comments are closed.