FRANKFURT
Almanya’ya, acaba şuuraltı bile olsa önyargılı mı gitmiştik? Nazi ve Hitler Almanya’sını beynimizden atamıyorduk belki de. Böyle bir önyargıya kapılmaması için eşim Diana’ya pek fazla bilgi vermeden ve bu tür konulara girmeden Frankfurt Havaalanına inmiştik bile. Avrupa’nın en büyük havaalanlarından biri de Frankfurt Havaalanıdır. Tek kelimeyle harika, muhteşem bir havaalanı. Yürüyen yollar, yürüyen merdivenler metrelerce uzanıp gidiyor. Daha evvel Frankfurt’a birçok kez gelmiştim. Şehri iyi tanıyordum. Metronun bizi otelimizin önüne kadar götüreceğini bildiğimden, taksi yerine metroyu tercih ettim. Otel, şehrin en işlek caddesi, trafiğe kapalı alan olan Zeil’e çok yakındı, neredeyse köşesi denilebilir.
Frankfurt’ta otel
Aslında bu şehirde benim otel tercihim Hotel Topaz’dır. Yer bulabildiğim her seferinde oraya giderim. Ancak bu sefer eşimle geldiğimden, merkeze ve AVM’lere daha yakın olması bakımından Hotel Plaza’yı seçtim. Hoş, fuar zamanı fazla tercih kullanamıyorsunuz, nerede yer varsa hemen ayırtıyorsunuz. Çünkü siz karar verene kadar hemen bir başkası rezervasyonunu yaptırıyor. Bir seferinde Frankfurt içinde hiçbir otelde yer bulamamış, Frankfurt’un banliyösü olan Darmstadt’ta kalmıştık. Küçük, ancak sevimli, küçük dediğime bakmayın, her türlü alışveriş yeri Kaufhof’u dahil, restoran, bar, sinemaları olan cici bir yer.
Bu sefer işi şansa bırakmayıp önceden ayırttığımız Frankfurt’un göbeğindeki Htel Plaza’ya yerleştik. Hemen kendimizi sokağa atıp, trafiğe kapalı alan olan, birçok büyük mağaza ve alışveriş merkezi bulunan Zeil’e gittik. İlk işimiz apoteke diye adlandırılan (turist Ömer filmlerinden aşina olduğumuz) eczanelerden birine girmek oldu. Eczacıya, turist olduğumuzu, altı gündür Milano ve Paris sokaklarında yürümekten bitap düştüğümüzü, daha önümüzde beş dolu dolu gün olduğunu ve gezilecek görülecek daha çok yer olduğunu ifade edip vitamin önermesini istedik. Bize doping tesiri yapacağını söylediği vitamin haplarını verdi. Pes etmek yoktu. Biz de öyle yaptık.
Cadde cıvıl cıvıldı. Sokak çalgıcıları, mim sanatçıları burada becerilerini sergiliyorlardı. Oldum olası hayranlıkla izlemişimdir bu insanları. Birkaç siparişi almak için, başta Kaufhof olmak üzere mağazaları talan ediyorduk. Her zaman olduğu gibi bu mağazaların yiyecek ve mutfak bölümleri birinci dereceden ilgi alanımıza giriyordu. Ne kadar almayacağız desek de ellerimizde torbalarla otele döndük. Televizyon kanallarını karıştırıp biraz istirahat ettik. Bu arada akşam yemeği için gideceğimiz yerin programını yapıyordum. Diana biraz yorgunluktan, biraz da damarlarında dolaşan kanın özelliğinden olsa gerek burayı pek sevmemişti. Yemeğe çıkma fikrine sıcak bakmıyordu. Otelde kalmayı daha çok tercih edeceğini söyledi. Fazla uzaklaşmayacağımızı izah edip ikna ettikten sonra Römer’e gittik.
Burası mimari açıdan eski Frankfurt evlerinin ve sokaklarının korunduğu bir
bölge. Restoran ve kafeler var. Tipik turistik bir yer. Yazın masaları
sokaklara kuruyorlar, açık havada yemek yiyip bir şeyler içebiliyorsunuz.
Bunlardan birine girdik. İnsanlar özellikle Frankfurt’a özgü haşlanmış lahana garnitürü ile ‘Frankfurter Sosis’ ve bira içiyorlar.
Biz siparişimizi verirken yanına ekmek istedik. Birer dilim kepekli ekmek getirdiler. Almanların yemek sırasında ekmek yemek, su içmek gibi alışkanlıkları olmadığımdan ekmek ücrete tabii, su ise biradan pahalı. Tahta masaları, tahtadan kanepeleri ile duvarda asılı objeleri, lambaları ile tam bir Alman restoranı. Çok cici bir garson kız büyük bir sabırla bizlere yardımcı olup servis yaptı. Ricamızı kırmayıp hatıra fotoğrafımızı da çektikten sonra hesabımızı getirdi. Sağda solda fazla oyalanmadan doğru otelimize dönüp yattık.
Ertesi sabah erkenden yaptığımız kahvaltının ardından iş görüşmesi yapacağım Mr. Kohla ile otelin restoranında buluştuk. Fazla oyalanmadan otelden çıkıp Frankfurt’un dışında, araba ile 1 saat mesafedeki fabrikasına gittik. Yol boyunca Frankfurt ile ilgili bilgiler verdi. Ekonomiden politikaya her şeyden lafladık. Eintrach Frankfurt’un stadından geçerken konumuz spora dönmüştü. Bir saatin nasıl geçtiğini anlayamadan fabrikaya gelmiştik. Klasik ikramları olan kahve, soda ve bisküvi sundular. İşlerimizi hallettikten sonra, büyük bir incelik gösterip Fransızca bilen sekreterini de sevgili zevceme eşlik etmesi için beraberinde getirerek öğlen yemeğine davet edildik. Dağ evi görünümünde çok hoşumuza giden bir lokantaya gittik. Av etleri (Biz balık tercih ettik) kızarmış patates, salata ve biradan oluşan menümüz çok lezzetliydi. Keyifli geçen öğlen yemeğimizi kahve ile noktaladık. Mr. Kohla misafirperverliğini sonuna kadar göstermeye kararlıydı. Bizi hiç üşenmeden Frakfurt’a geri getirdi. Kendisine teşekkür edip vedalaştık
Renkli gece hayatı
Serbest bir öğleden sonramız vardı. Aslında pek programsız dolaşmayı, amaçsız gezinmeyi sevmem. Bu yüzden sadece 1-2 saat avare avare dolaştıktan sonra otele dönüp akşam yemeğine kadar dinlendik. Akşam programımız belliydi. Sachsenhausen’e gidecektik. Bu sefer metroda S bandı yerine U bandına gitmeliydik. U1-2-3 Sudbanhof’a kadar gider, buradan da yürüyerek çok yakındır. Sachsenhausen, barların, restoranların, diskoların bulunduğu, turistlerin rağbet ettiği, özellikle eğlence yerlerinin çokluğu dolayısıyla Alman gençlerinin de uğrak yeridir. Her barda canlı müzik vardır. Cazdan rock’a country’den blues’a kadar zevkinize göre müzik dinleyebileceğiniz barlardır. Hatta restoran Mediterran’da (Adresi: Parodiespasse 67 tel: 069/6031492) Türk mutfağı ve Türk müziği de bulunur. Dönerden yalancı dolmaya, işkembe çorbasından Türk rakısına kadar her türlü spesiyaliteleri, oryantalden arabeske varan fasıl yapan bir de orkestrası vardır. Uzun süredir yurt dışında iseniz ve memleket hasreti çekiyorsanız burası derdinize deva olabilir. Hatta garsonları bile Türkçe konuşur.
Sachsenhausen’i gece olduğu gibi gündüz gezmenin de güzel tarafları vardır. Tipik binaları, kiliseleri, ara sokakları fotoğrafa meraklı kişiler için idealdir. Barların ve diskoların çokluğu yüzünden, gençler kadar punk’çı, heavy metal’ci gençler de, ortalıkta fazlaca göze batarlar. Bu tipler yüzünden Diana tedirgin oldu. Ne yalan söyleyeyim ben de pek rahat değildim. Bize uygun birkaç bar dolaştık, bir şeyler yedik, fazla gecikmeden otele döndük, yattık.
Sinagoga ulaşım
Günlerden perşembeydi. Diana daha neşeli uyandı. Tamam dedim alıştı Almanya’ya, meğer alıştığından değil de bu gün buradan ayrılacağımızdanmış neşesi. Valizlerimizi yaptık, kahvaltıya indik. Çantaları resepsiyona bırakıp anahtarı teslim ettikten sonra tekrar Zeil’e çıktık. Römer’i gündüz gözüyle gezdik. Sinagog ziyareti yapalım dedik. Ancak ne saat ne de gün olarak uygun değildi. Gittiğimizde kapalı bulma olasılığı çok fazlaydı. Ancak meraklıları için kolaylık olsun diye birkaç bilgi vereyim. Buraya metronun U bandı işe gidilir. Hauptwache veya Konstablerwache S bandında U bandına aktarma yapılır. U6 veya U7 metrosu alınır. Westend durağında inerseniz yürüyerek ulaşabileceğiniz yakınlıktadır. Etrafta kime sorarsanız, sinagogu size gösterir. Birkaç bölümden oluşan sinagogun en büyük kesimi katedral gibi büyük ve Aşkenaz Yahudilerin ibadet ettikleri yerdir. Aynı bina içinde daha küçük ve Sefarad Yahudilerinin dua ettikleri yerler bulunuyor. Bir seferinde dua sırasında baş haham ile karşılaşmıştık. Hemen yanımıza gelip yatacak yerimizi olup olmadığın, yemek yiyip yemediğimizi, bir ihtiyacımız olup olmadığını sorma inceliğinde bulunmuştu. Hava güzel ise buraya Alte Oper durağından yürüyerek, yaklaşık yarım saatte de ulaşılabilir.
Havaalanına normalden erken bir saatte gitmeyi kararlaştırdık. Zira Frankfurt Havaalanı ve Free Shop’unu çok beğenirim. Orada vakit öldürmeyi uygun gördük. Bir taksiye atlayıp havaalanına gittik. SexShop’una varıncaya kadar her türlü mağazası bulunan Duty Free’de oyalandık. Check in yaptırıp biniş kartlarımızı alıp bizi Viyana’ya uçuracak Avusturya havayollarının uçağına yerleştik.
Bir Tutkudur Seyahat…
Bir şehir bu kadar sade ve yalın bir dil ile anlatılabilirdi yazılarını keyifle okuyorum şehiri adeta yaşadım tebrikler
Comments are closed.